Bu gece kısa yazmak niyetindeyim. Biran evvel pufini kandil, tumba yatak yapıp, bünyeyi dinlendirmem lazım. Malum spora başladım. Beni dinç, genç ve güzel hissettirmesi gereken bu sağlık olayı, şu anda sürüm sürüm süründürüyor. Her bir kemiğimin vücuduma bağlandığı yerler teker teker ağrıyor. Ama bu sefer kesin kararlıyım, devam edip hem forma giricem, hem de sağlığımı geri kazanıcam. Şayet bunlar olmazsa, beni ite kaka buralara süren doktorumu yürüyüş bandının yanına asıp sallandırmayı düşünüyorum, o ayrı...
İki akşamda bir salonun yolunu tutuyorum. Benim için bir antreman programı hazırladılar. Söyledikleri doğru ise, troid ve şeker problemi olan bütün hastalar bu şekilde deva bulmuş. Ben aslında dumble kaldırmanın troid bezime ne gibi bir faydası olacağını sormak istedim ama, ilk günden mimlenmeyim diye vazgeçtim. Koskoca adamların bana yalan borcumu var. Yarıyor diyorlarsa yarıyordur neticede...
İlk gidişimde, tek set hareketten oluşan bir program yaptım, bir saatten fazla sürdü.. şimdi set sayısı üçe çıktı. Dolayısı ile akşam ezanını müteakip girip, teraviden sonra çıkmam mukadder... bir de ben bu konularda görmemişin teki olduğumdan, havuzda yüzeyim, saunaya gireyim, hamamda da yıkanayım şeklinde olayın suyunu çıkaracak tüm aktivitelere girişiyorum. Para verdik ya, boşa gitmesin... aman hiçbirşey eksik kalmasın...
İlk gidişimde, soyunma odasının çöpünde boş bir şarap şişesi gördüm. Anladım ki, buralarda da bizcileyin hayattan zevk almak için sınırları zorlayan birileri var. İçim nasıl rahatladı anlatamam... İlk günün ikinci vukuatı, çıplak gezip herkese havlusu ile vuran kızdı... dönüp bakanlara ‘pardon sizi görmedim’ diyordu. Bir yandan da ‘depresyondayım’ şarkısını söylüyordu.. vak’a yani... allah yardımcısı olsun...
İkinci güne ise bir arap damgasını vurdu. Ben fitness hareketlerimi bitirmiş, havuz tarafına geçiyordum ki, bir grup kadının hızla havuzdan gerisin geri koşarak soyunma odasına geldiğini gördüm. Bir taraftanda görevli yok mu, görevli gelsin, atsın şu adamı dışarı diye bağırıyorlardı... Tabii ben dururmuyum, aynı hızla ters yöne koşarak olayı görmeye havuz kenarına gittim. Baktım bir arap adamcağız, jakuziye sadece burnu ve gözleri dışarıda kalacak şekilde gömülmüş, ürkek bakışlar ile etrafı süzüyor. Bizim Türkler de adama kızgın kızgın bakıyorlar. Ben herhalde havuza falan işedi bu dangalak, diye düşündüm. Ama etrafımdakilerin hepsi burnu bir karış havada beyaz Türk’ler olduğu için cesaret edip soramadım. Neyse uzatmayım, havuza girdim, başladım yüzmeye...
Aradan belki on, belki yirmi dakika geçti. Arap’cık cesaretini topladı, jakuziden çıktı... abovvv... meğerse adamın altında mayo yokmuş. Beyaz bir don varmış. Millet demek buna kızmış. Adamcağız geldi, benim az ilerimden suya atladı... muhtemelen aklından geçen, allahım aklıma bir fikir getir, karnıyarık olmadan o havlu mu şezlongdan alayım...
O sırada bir görevli geldi, bana hitaben ‘kafanızda bone yok,havuza böyle giremezsiniz’ dedi... Bende ‘ilerideki adamın kıçında da mayo yok. İstersen benden önce onunla ilgilen’ dedim. Görevli’nin suratının aldığı şekli tasvir edecek kelime bilmediğimden olayı betimleyemiyorum.. Yalnız derinden sarsıldığını söyleyebilirim. Biraz dinlendi, kendine geldi, tansiyonu normale dönünce de gitti, arap insanını zorla sudan çıkardı.
Devamında arap gurur yaptı, beyaz donu ile uzun uzun havuz kenarında yürüdü... karıları ile birlikte gelmiş olan klasik model kocalar illet oldular. Kalabalıktan tam da ‘asacaksın bunları, Taksim’de sallandıracaksın, bak bir daha yapıyorlar mı’ naraları yükselirken, görevliler adamı aldılar, götürdüler...
Neyse efendim uzatmayalım bende parkurumu tamamladım, soyunma odası tarafına geçtim.
Soyunma odası ayrı bir alem... bu kadar güzel ve fit kadın nasıl olmuşda bir araya gelmiş yarabbi.. bu kadınlar buralara geldikleri için mi fitler, yoksa fit olanlar mı buralara geliyor anlamadım. Ben onların yerinde olsam hayatta bu salonlarla işim olmaz... hele bir tanesi vardı, Adriana Lima mübarek... sadece bacak boyu benim toplam boyum kadar... eni, benimkinin yarısı... nasıl güzel, nasıl güzel... ama öbür yandan da bir suratsız, bir suratsız o kadar olur. Giyinene kadar kırk defa üfledi, püfledi... kadının içi kurumuş, neşe, hayat, canlılık kalmamış. Allah bunun sevgilisine sabır versin. Aklıma Bektaşi’nin lafı geldi. Bektaşi’ye keçi boynuzu ikram etmişler, yok demiş almayım, bir damla bal için bir çeki odun çiğneyemem... bu kadınla beraber olmakta öyle bir şey olsa gerek.. bir damla bal için işin yoksa, bir çeki odunu çiğne...
Birde plağın öbür yüzü var tabii... bu kadar güzel olunca, tek bir şey talep edilmiş de olabilir bu kadından... böyle tek yönlü talepler bozar kadın milletini... hepimiz güzel olmak için tabiri caiz ise, bir tarafımızı yırtarız, erkekler sadece fiziğimizle ilginence de bunalımlara gireriz. İsteriz ki; bize bakan olayı bir menü kıvamında görsün. Hamburgeri alıp patatesi atmasın veya patatesi yiyip, cola'yı çöpe dökmesin... Bu yavrucağında kimse aklına, fikrine bakmamışsa, herkes bacaklarına bakmışsa, bir ihtimal sıyırmış da olabilir... Marilyn Monroe öldüğünde kütüphanesinde felsefe kitapları bulmuşlardı. Altını çize çize okumuş, kenarlarına notlar almış. Bu kadar zihinsel mesaiden sonra, çıkıp aptal sarışını oynamak kimbilir ne kadar zor gelmiştir garibana...
Birde plağın öbür yüzü var tabii... bu kadar güzel olunca, tek bir şey talep edilmiş de olabilir bu kadından... böyle tek yönlü talepler bozar kadın milletini... hepimiz güzel olmak için tabiri caiz ise, bir tarafımızı yırtarız, erkekler sadece fiziğimizle ilginence de bunalımlara gireriz. İsteriz ki; bize bakan olayı bir menü kıvamında görsün. Hamburgeri alıp patatesi atmasın veya patatesi yiyip, cola'yı çöpe dökmesin... Bu yavrucağında kimse aklına, fikrine bakmamışsa, herkes bacaklarına bakmışsa, bir ihtimal sıyırmış da olabilir... Marilyn Monroe öldüğünde kütüphanesinde felsefe kitapları bulmuşlardı. Altını çize çize okumuş, kenarlarına notlar almış. Bu kadar zihinsel mesaiden sonra, çıkıp aptal sarışını oynamak kimbilir ne kadar zor gelmiştir garibana...
Bu güzel ve mutsuz kadınlara baka, baka kendimin ideal bir terkip olduğuna karar verdim. Çok değil, eline yüzüne bakılacak kadar güzel ve zeki bir kadın olmak galiba en iyisi... insan böylece etrafındakilerin zarfa değil, mazrufa baktığından emin oluyor...
Salondan çıktıktan sonra, evi bana çok yakın olan bir arkadaşımı aradım. Sahile gidip dürüm yiyelim mi, diye... şimdi bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin. İnsan acıkıyor. Gittik bir güzel karnımızı doyurduk, çaylarımızı, kahvelerimizi içtik, muhabbet falan derken, geceyarısı oldu evlere dağıldık... Bizim sporcu disiplinimiz de bu kadar işte...
Son birşey daha yazayım... salonda body çalışan bir adam var, Hugh Grant’in hık demiş burnundan düşmüş... insan insana bu kadar mı benzer kardeşim. Dostlarım bilir, ben Hugh Grant’in Nothing Hill’deki halini pek bir severim. Geçenler de bununla ilgili bir dilekte dilemiştim. Ama anlaşılan yine eksik dilemişim. Hugh Grant’in canlandırdığı karakter gibi sıcak kanlı olsun demeyi unutmuşum. Bu adamın tipi aynı ama huyu ‘don yağının dolması, dağların gelin ablası’...
Ama ben halen umutluyum... eksik, gedik derken, allah uzun ömür verirse istediklerimi doğru şekilde ifade etmeyi de öğrenicem...
Yarın yine salondayım. Ağırlık kaldırarak vucüdumun kendi troid bezini yok etmesini önlemeye çalışıcam... Şayet herşey planladığım gibi giderse, seneye bu vakitlerde tamamen sağlıklı ve taş bir hatun olmayı umuyorum... tabii öncesinde bu anteremanlardan sebep ölmez, sağ kalırsam...
Kısa dedim, yine uzun yazdım... kendinize iyi bakın, sağlıkla kalın...
gülmekten gözümden yaş geldi, karnıyarık olmayalım kısmından sonra koptum zaten...
YanıtlaSil