Ana içeriğe atla

Anket...


Bugün bir fotoğraf çekimine katıldık. Çekimlerin arasında da kahve içip sohbet ettik. Reklam, dergi, fotoğraf daha çok kadınların hakim olduğu bir dünya olduğu için, fotoğraflarımızı çeken beyefendiyi saymaz isek,  hepimiz  kadındık. Hatta bir ara, çok yürüdük, kızlar arasında bir pijama partisine mi geldik, diye bile düşündük...

Gerçi kız dedimse, lafın gelişi... Hani adamın tekine bankanın call center’ından  ‘annenizin kızlık soyadı nedir?’ diye sormuşlarda, adam da ‘benim anam seksen yaşında, kızlığımı kaldı’ demiş ya... Bizimki de tam o hesap... Gerçekte kızlığı tarih öncesinde kalmış bir kadınlar topluluğuyduk.  Ortalama kırk yaşında, bazıları evlenip boşanmış, az bir kısmı bekar, evlenip boşanmışların hepsi çoluk çocuk sahibi insanlardık.

Koltuklara yayılmış otururken, çay, kahve içerken konu ister istemez ilişkilere geldi. Zaten ne zaman bir araya gelsek, böyle oluyor. Konu dönüyor, dolaşıyor, kendi etrafında iki tur atıyor, devamında ilişkilere ve erkeklere geliyor. Ne oldu, en son yemek yediğiniz adam seni bir daha aradı mı, noktasından giriliyor,  ‘adam gibi adam kalmamış kardeşim’, ‘yok bacım yok, memlekette erkek yok’  noktasından çıkılıyor.

Geçenlerde bir yazı yazmıştım... Akıllı ol, tersini düşün tezini savunuyordu. Yazı ‘sevgi içimizde’ önermesinden başlayıp, sevginin en kurtulunması gereken bir duygu olması noktasından çıkmıştı. Dolayısı ile Gaye benim bunalımda olduğuma hükmetti. Oysa ki, ben kendimi bayağı bir aydınlanmış hissetmiştim, ya neyse...

Bugün de aynı yoldan yürüyerek bir beyin fırtınası yapayım, dedim... Kızlar, acaba ne yapıyoruz da, sevgililerimiz, beraber olduğumuz adamlar, kocalarımız arkalarına bakmadan gidiyorlar, diye sordum... Öyle ya, kör değiliz, topal değiliz... hepimiz kariyer sahibi kadınlarız. Maddi özgürlüğümüzü kazanmışız, paraya pula ihtiyacımız yok. Herhangibir manevi beklentimiz yok. Evlenmek istemiyoruz, çocuk doğurmak istemiyoruz. Çünkü o defterleri bir düzünden bir tersinden iki defa okumuş ve kapatmışız. Bu bağlamda duygusal kaprisimiz yok. Kadının en olgun, en güzel çağındayız. Entellektüellik desen diz boyu... Anlayışta süperiz. Leb demeden, bırak leblebiyi anlamayı, Çorum’daki tarlayı google earth’den bulup çıkarıyoruz. Ortalama iki dil biliyoruz. Eşşek yükü ile kitap okumuşuz. Dünyanın yarısını gezmişiz. Her bir halttan haberimiz var. Bakanlar kabinesini de, Fenerbahçe’nin ilk onbirini de sayacak kadar hayatın içindeyiz. Ama gel gör ki, yalnızız... İlk birkaç randevudan sonra başlayan huzursuzluklar, nedensiz gerginlikler, kinayeli mesajlar, bir arayan bir aramayan, duygusal tripler atan erkekler... istikrarsız, huzursuz ilişkiler... manasız buluşmalar ve sonrasında biten beraberlikler, sırra kadem basan ve aslında bizi dün çok aşık olduklarına inandırmaya çalışan adamlar, bu tarz kadınların neden ortak kaderi?...  Suçu erkeklere atıp, işin içinden çıkmak kolay... ama ben şahsen hiçbir vakit hayatı kolayından alan bir insan olmadım. Bu işte bizimde bir parmağımız olsa gerek, diye düşünüyorum. Bir yerinde herşeyi sarpa sardırıyoruz, ama neresinde sarpa sardırıyoruz, işte onu bilemiyorum....

Bugün kızlarla bu konuyu tartışırken, bir soru-cevap formu hazırlayalım, dedim... Bu formlar çantamızda veya arabamızın torpido gözünde dursun. Adam bizi terk ederken, çıkarıp bu formdan bir tane verelim. Üzerinde ‘hizmet kalitemizi artırmak için, bize beş dakikanızı ayırmanızı rica ediyoruz’ yazsın mesela... Söz konusu form, birkaç bölümden oluşabilir; genel görünüş, hal tavır, kıyafet seçimi, konuşma ve diksiyon, genel kültür, ortak beğeniler, temizlik- titizlik, fiziksel uyum gibi... Bu ana konuların da alt başlıkları olabilir. Daha net açıklamak için bir örnek vermek istiyorum: kıyafet seçimi bölümünde şöyle bir soru olabilir mesela...

‘Geçen hafta salaş restorana giderken giydiğim Dior marka tuvalet için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir’
a.) Mükemmel,
b.)Çok iyi,
c.)İyi,
d.)Ne alaka...
e.)Oha...

İşaretlenen seçenekler arasında e’ler çoğunlukta ise, olayda bizden kaynaklanan bir bit yeneği olduğunu anlayabiliriz...

Kırk yaşını aşmış hanım kardeşlerimiz bu formları kendilerini terk eden adamlara doldurtmaya devam ederlerse, iki sene sonra elimizde ciddi bir veri tabanı olacağı açıktır. Daha sonra araştırma yaparken ve tez yazarken kullandığımız metodları takip ederek,  bu anketlerden bir sonuç çıkarabiliriz. Ne de olsa hepimizin konusunda master derecesi var. Hatta içimizden bazıları doktora bile vermiş. Dolayısı ile metodoloji konusunda problem çıkacağını sanmam. Ben kendi adıma ‘örnek olay’ yöntemini kullanalım, derim. İşin içinde bir olay olduğu ve çıkacak sonuçlar hepimize örnek olacağı için, seçim bana doğru geliyor. Gerçi master tezimi bu yöntemle hazırladığım için de kendimi konuya yakın hissediyorum,  ya neyse...

İkinci aşamada telefon görüşmelerimize bir zapt-ı rapt getirmeyi teklif ettim. Şimdi adam bizi arıyor veya biz adamı arıyoruz. Gayet güzel başlayan iletişim, bir noktadan sonra sarpa sarıyor. Canım, diye açılan telefon, canın çıksın, diye kapanıyor. Sonra işin yoksa günlerce düşün dur, ben o’na ne dedim, o bana ne dedi, diye... Ama halbuki bu görüşmeleri kayıt etsek, bunların hiçbir olmaz. Telefon açılınca ‘müşteri memnuniyeti açısından görüşmelerimiz kayıt altına alınmaktadır’ diye bir bant yayını çıkar. Görüşme yolunda giderse sorun yok... Sarpa sararsa, hoop bandı başa sarar dinleriz. Şıppadanak, hatanın nerede olduğunu buluruz,  arpacı kumrusu pozisyonundan kurtuluruz.

Üçüncü aşama, yirmidört saat hizmet veren bir call center kurmak... Bizimle problem yaşayan adamlar, kendilerini doğru ifade edemediklerini düşündükleri zaman bu call center’ı arayabilirler. İşin doğası gereği, bu call center’da bir bant kaydı ile açılacak;

Birlikte olduğunuz kadınla duygusal bir iletişim problemi yaşıyorsanız 1’i, fiziksel bir uyumsuzluk yaşadığınızı düşünüyorsanız 2’yi, geçmiş dönem kavgalarınızı tekrar dinlemek için 3’ü, hemen çiçek göndermek için 4’ü, kendisinden ayrılmak istiyorsanız, 5’i tuşlayınız. müşteri temsilcimize bağlanmak için bekleyiniz.

Nasıl? Güzel di mi? Takdir edeceğinizi biliyordum. Ben de şahsen kendimi  ve ileri görüşleri ile bu beyin fırtınasında bana destek olan hemcinslerimi çok takdir ettim. Bilimin, tekniğin bu kadar ilerlediği bir dönemde, kadın erkek ilişkilerinin hala Adem ve Havva’dan kalma yöntemlerle yürütülmesi çok garipti zaten. Sayemizde olaya bir açıklık, bir netlik, bir bilimsellik geldi... Örnek olay yöntemi sayesinde, yaşananlar herkese örnek olacak bir olay düzeyine ulaştı... İlişkilerin bilinmezlikleri, asıl kabahatin kimde olduğunun anlaşılmasına ilk kez bu kadar yaklaşıldı...

Gerçi araştırma sonucunda  dünyayı hiçbirşeyinize takmayan bakış açınız, duygusallıktan nasibini almamış düşünce şekliniz,  bağımsızlık merakınız ve çarpık dünya görüşünüzün artık 44’ten aşağı düşmeyen beden numaranız, selülitleriniz, yerçekimine direnememiş göğüsleriniz ve fazla kilolarınız ile birleşmesi neticesinde  geçen sefer ve bundan önceki on sefer terk edildiniz ve muhtemelen bundan sonra da hep terk edileceksiniz, çıkacak... ama olsun... test sonuçları gelene kadar üzerinde durmayalım...  Belki şaşırtıcı birşey  olur, sizi taşıyabilecek mükemmellikte bir erkek henüz anasından doğmadı,  sonucu çıkar.... Bekleyelim, görelim... Ne demişler, bekleyen derviş muradına erermiş. Şimdi bu beklemek, o beklemeye uydu mu bilinmez. O uymadı ise, şöyle de diyebiliriz. Allah’tan ümit kesilmez...

Sevgili hanımlar, sizde allah’tan ümit kesmeyiniz. Formları da bayinizden ısrarla isteyiniz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Düğün Gecesi Hikayesi

Bugünün benim eski evlenme yıldönümüm olduğunu, sabah evraka tarih atmasam, hayatta hatırlamazdım. Tarihi yazınca kafama dank etti. 14/07/1995...  Demek ki, boşanmasaydık, bir yastıkta ondokuz'uncu seneyi bitirmiş, yirmi'nciye girmiş olacaktık. Hatırladığım kadarı ile düğünümüz güzel bir düğündü. Eski kocamın ailesinin beni istememesinin yarattığı gerilime rağmen güzeldi. Kayınvalide, bir ara düğüne sırtını dönüp oturmuştu. Artık ağlıyor muydu, ne yapıyordu bilmiyorum. Ben de akıllı, yanına gidip ‘lütfen böyle ayrı oturmayın, bu sizin oğlunuzun düğünü, kalkın aramıza katılın’ falan demiştim. Hey gidi gençlik işte...  Ben gidip kendisini düğüne katılmaya razı etmeye çalıştım da, bir şey mi değişti... Diyeceksiniz ki, nerden bildin. Şöyle ki; düğün bitip, biz Swiss Otel’in 1407 numaralı balayı odasına geldikten bir müddet sonra, odamızın telefonu çaldı. Balayı odasının telefonunun, yeni evlilerin baş başa geçirecekleri ilk gecede çalmasından daha beklenmedik bir şey

Bir Fener Hikayesi

Yılbaşı günü, aldım kızları, Kadıköy’e gittim. Osmanağa’da hep birlikte fener aradık. Fener dediğim, Çinliler’in içinde mum gibi bi şey yakıp havalandırdıkları kese kağıdından az büyük şeyler... Postanenin arkasında kırtasiye, oyuncak mağazası ve ‘ne alırsan bir lira’ konseptini bünyesinde itina ile birleştirmiş bir dükkanda aradığımızı bulduk. Ben uzun uzun tarif ettikten sonra, tezgahtar çocuk, ‘haaaa abla, dilek feneri istiyosunuz siz’ diyerek, bizi dükkanın yan tarafında bir rafın önüne götürdü. Meğer bu fenerler dilek için uçurulurmuş. Önce dileğini dileyeceksin, sonra feneri uçuracak sıcak havayı sağlayacak minik yakıtı ateşleyeceksin.  Bu durumda fener uçarsa dileğinin kabul olacağını, uçmazsa, başka bahara kalacağını var sayabiliriz. Fenerlerin değişik renkleri var. Defne kırmızıyı beğendi. Deniz her zaman olduğu gibi mavi istedi. Bende kendim için kırmızı bir fenere aldım. Feng Shui’ye göre kırmızı, evreni hareketi geçirip, dileklerin kabul olmasını hızlandıran renk,

Bir Melek Hikayesi

Ne zaman televizyonu açsak, haber dinlesek veya sosyal medyaya baksak "Kadına şiddet" haberlerinden biri ile yüz yüze geliyoruz. Kadınlar ve korteksi gelişmiş erkekler, bu gidişata bir "Dur" demeye çalışıyorlar ama nafile… Etkinlikler, erkeklerin Allah vergisi fiziksel gücü karşısındaki çaresizliğimizle paralel perişanlıklardan öteye geçemiyor. Geçenlerde yine televizyonda, konusu "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" olan bir açık hava toplantısı seyrediyordum. O sırada sokaktan geçen ve konu hakkında düşünceleri sorulan kadınlardan bir tanesi, kendisine uzatılan mikrofona "Yirmi beş senedir evliyim, bunca senedir neden dayak yediğimi biri bana söylesin, Allah aşkına" dedi. Yer; Samsun, Cumhuriyet Meydanı… Kadının bu haklı fakat umutsuz isyanı aklıma kendi ailemden bir "Kadına şiddet" hikâyesini getirdi. Dedemin ablası, babamın halası, benim de büyük halam Melek'in koca dayağından ölmesini… Yıl 1920…  Büyük dedem Ali Rı